Hürrem | Konular | Kitaplar

Osmanlı'da haremin gerçek yüzü


Bir ülkede deprem sözkonusu olursa jeologlar, hastalıklar sözkonusu olursa doktorlar, savaş sözkonusu olursa siyasiler ve askerler konuşurlar. Bu bizim ülkemizde de böyledir. Ancak bizde iki konu vardır ki bunlar üzerinde herkes konumuna, birikimine, eğitimine bakmadan üstelik de allame edasıyla konuşur. Bu konulardan bir tanesi dindir diğeri tarih.

Tarihle ilgili bir şeyler söz konusu olduğunda siyasetçi konuşur, gazeteci konuşur, televizyoncu konuşur vs. Bir Allah kulunun aklına da bu işin profosörleri bulup konuşturmak gelmez. Veya gelir de, onların söyleyecekleri işlerine gelmez.
Tarih deyince her zaman revaçta olan konulardan bir tanesi de Osmanlı ve haremidir.

Bunu içoğlanları takip eder. Ardından valide sultanlar, kadınlar saltanatı, devşirmeler vs. böyle gider.

İlim ahlakına sahip bir tarihçinin Osmanlı haremi konusunda söyleyeceği şeyler çok azdır. Çünkü elinde bu konuyla ilgili yeterli belge, döküman vs. yoktur.

Kalın duvarlarla çevrili harem binası, etrafındaki harem ağalarına ait binalar ve diğer ocakların daireleriyle adeta ulaşılması imkansız bir kale gibidir. İçinde değil, etrafındaki kendilerine ait binalarda yaşayan, zorunlu hallerde Haremin içine girmeleri gerektiğinde salavat-ı şerife getirerek dolaştıkları bir ortamdır. Her odanın kapısının girişinde, duvarlarında ayetler, hadisler, dualar bulunan bir mekandır Harem.
Zorunlu hallerde ancak harem ağalarına ve tabiplere açılan bu mekana yabancı seyyahların, tarihçilerin nasıl girip, orada adeta gezmiş dolaşmıs gibi haremi anlatışlarına şaşmamak elde değil. Kaldı ki bizimkilerin en çok esas aldıkları, kullandıkları kaynaklarda, ilmi otoritelerce yüzlerce kez tenkid edilmis, çürütülmüş bu batı tarihçilerinin kitaplarıdır.
I. Ahmed döneminde saraya gizlice girdiğini iddia eden Venedik elçisi Ottavinano, ancak Revan Kasrı'nın önündeki havuza kadar olan yerleri görebildiğini söyledikten sonra padişahın odasındaki cariyesiyle nasıl ilişki kurduğunu detaylarıyla anlatmakta ve insanlar da bu anlatıma değer vererek kaynak gösterirken yapılan ilmi ahlaksızlığa çanak tutmaktalar.
18. yüzyılda bile ancak yazlık sarayların boş haremlerini gezebilen batılı birkaç yazar, nedense göremedikleri kısmı hayalleriyle doldurmayı denemişlerdi. Havuzu gördüler ama havuz sefalarını kendileri uydurdular sonra da uydurduklarının resmini çizdiler. Hata yaptıklarını belki de hiç bir zaman düşünmediler çünkü kendi kırallarının kadınları ile yaşantıları öyleydi. Birlikte oldukları düzinelerce kadının yarı çıplak resim ve heykelleri ile saraylarının duvarlarını süsleyen bir zihniyetin Osmanlı hükümdarlarındaki edep kavramını anlayabilmelerini zaten beklemiyoruz.
Ama anlayamadığımız, bizim bize bunu nasıl yapabildiğimiz. Yıllarca Topkapı sarayını gezdiren rehberlerin turistlere Harem'in duvarlarında yazılı Arapça metinleri göstererek bunların padişahların cariyeleri için yazdıkları aşk şiirleri olduğunu söylemelerini, ellerindeki broşürlerde de böyle yazmasını hangi düşünceyle izah etmek gerek bilemiyoruz. Zira bu Arapça metinlerin tamamı Kur'an ayetlerinden ve dualardan başka bir şey değil. Hükümdarların çıplak cariyelerin danslarını seyrettiği idda edilen Hünkar Sofası Daire'sinin duvarlarında Bakara Suresi 257. ayetinden itibaren yedi ayet yazılıdır ki bir ayetin meali aynen şöyledir: "Allah kendisine hükümranlık verdi diye (şımarıp azarak) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi?" Sanki adeta Osmanlı hükümdarı bu ayetle gerçek hükümdarın kim olduğunu, hükümdarım diye şımarıp azdığı taktirde Nemrutlaşabileceği ihtimalini, hergün bilinç altına kazıyor, iman edenlerin karlı bir konumda, Nemrut gibi imansızların ise ne derece zararda olduğunu görüyor ve okuyordu.
Doğru! Bu sofada padişah eşleri, çocukları, kızları, validesi ile birlikte oturur ve helal dairesinde (yani kimseyi huzurunda yarı çıplak oynatmadan) sazlar çalınıp ilahiler söylenip eğlenilirdi. Ancak bugünkü insanların eğlence kavramından anladıkları şey otomatikman Osmanlı padişahının da öyle eğlenmiş olması gerektiğini düşündürtüyordu onlara.
Onlar bunları yaptıklarına dair (yani hamam havuz sefaları, yarı çıplak cariyelerin dans etmesi gibi) belge bırakmayınca bizimkiler hayallerini belge-vesika-kaynak haline getirdiler.
Öyle ya; bir erkeğin elinin altında 300-500 cariye olur da nasıl bunlarla gününü gün etmez ki. Hele hele 36 Osmanlı padişahının içinden 15 tanesinin sadece bir veya iki kadınla birlikte olduğu diğerlerinin de en fazla yedi sekiz kadınla aile hayatı yaşadığı belgelerle gözlerine soksanız bu sefer de pişkin pişkin sırıtıp Osmanlı padişahlarının erkekliklerini sorgulamaya kalkacaklar.
Hemen şunu da belirtelim; şu an tek eşli (ama çok metresli) evlilik sisteminin içindeki insanlar olarak, Osmanlı padişahının birlikte olduğu 7-8 kadın bile bize çok abartılı gelecektir. Ancak unutmamak gerekir ki Osmanlı'nın yaşadığı dönemde tıpkı dünyanın her yerinde olduğu gibi bir kralın güzel kölesini istediği gibi kulllanması ve bunların sayısının yirmiye otuza çıkması normaldi. O kadar normaldi ki krallar bu kadınlarının heykellerini yaptırıp saraylarının yüksek duvarları üzerine herkesin görebileceği şekilde koydurabiliyorlar ya da yüzlerce genç ve güzel kadınla hamam sefası yapabiliyorlardı. Bizim haremi sorguladığımız gibi Avrupalılar kendi krallarının bu hallerini asla sorgulamadılar. Tarihlerinin yaşanmış bir gerçekliği olarak tarihlerinde bıraktılar.
Oysa biz, asla yaşanmamış sahneleri alıp, doğru gibi kabul edip, kendi kendimize duyduğumuz saygıyı ve özgüveni aramızdan kaldırdık.
1909 yılına kadar Harem Dairesi'ne padişahtan başka, ancak mecburiyet halinde Harem Ağaları ve doktorlar girebiliyorlardı. Son onüç yıllık dönem ise Haremi görenlerin hatıratlarında oldukça net bir biçimde anlatılıyor. Yazık ki (!) orada bile havuz - hamam sefaları yok.
Peki o zaman "Bu Harem nasıl bir yer?" denilebilir.
Kısa ve net bir cevap verelim: Tek idarecisinin Valide Sultan olduğu (yani padişahın annesi) kendisine ait, padişahın bile bozamadığı çok kesin ve katı kuralları bulunan yüzlerce genç kızın, dönemin ilim anlayışına göre en iyi eğitimi aldığı, nihayetinde de devletin önemli kademesindeki görevlilerle evlendirilerek teliyle-duvağıyle-çeyizi ile gönderildiği bir bayanlar mektebidir.
Evet, tam anlamıyla böyledir. Çünkü saraya çeşitli yollarla (esir alınarak veya satın alınarak) alınan kadın köleler yani cariyeler "Acemi" statüsü ile saraya girerler. Bunların padişahla görüşebilmesi mümkün değildir. Öncelikle padişahla karşılaşabilecek, konuşabilecek bir eğitime tabi tutulmaları gerekmektedir. Eğer bunların içinden gerek zekası, gerek güzelliği ve kabiliyetleri ile dikkati çeken birisi olursa bunlar daha özel bir eğitime tâbi tutulurlar ki saraydaki 500-600 cariyenin ancak %10'u bu guruba girebilir. Bu %10'un içinden onları yetiştiren kalfalar ve Valide sultanın dikkatini çekebilenler ancak, has odalık olabilir ki bunlar padişahın özel hizmetlisi konumundadır.
Eğer Has Odalık olarak ayrılan cariyeler padişahın dikkatini çekmeyi başarabilirlerse, yani padişahla karı-koca hayatı yaşarsa ikbal mertebesine yükselir. Genellikle de ikballer padişahın çocuğunu doğurduğunda Kadın Efendi olurlardı. Bunun bir üst mertebesi Kadın Efendinin Valide sultan olmasıdır ki o da ancak doğurduğu çocuk tahta çıkarsa mümkündür .Özetle bütün kıyamet 600 cariyenin içinden aynı anda sayıları dördü beşi geçmeyen Kadın Efendi ve İkballer yüzünden kopmakta.
Şunu da belirtelim ki, Osmanlı padişahı dileseydi o dönemde dünyanın her yerinde olduğu gibi bu 500-600 cariyeyi önünde resmi geçit yaptırıp içlerinden dilediğini de seçebilirdi. Bunu yapabilecek siyasal otoriteye de, cariye köle konumunda olduğu için dinsel özgürlüğe sahipti. Oysa o hareme girerken içeriye haber verilir ve onun geçeceği yol üzerindeki bütün dairelerin kapıları kapatılır, kazara bir cariye padişahla karşılaşacak olursa yaptığı edepsizlik sayılır ve o cariye cezalandırılırdı. Öyle ki kitaplar, bu "kazara" karşılaşmalara tahammül edemeyen padişahların yüksek ökçeli takunyalar yaptırıp Harem'in içinde iken bunlarla dolaştığını yazdı. Geldiği anlaşılsın ve yolunun üzerinden çekilsinler diye. Cariyeleri bırakın, çıktığı seferde nikahlı karısını bulunduğu şehre getirtmeyi unuttuğu için karısının sitem dolu mektuplarını alan padişahları yazdı arşiv vesikaları.
Koca Sultan'ın sitem dolu mektuba cevabı ise;
"Varın söyleyin Hafsa Sultan'a: Biz gaza kılıcını kuşanmışız. Gayrısından başkasını gözümüz görmez" olacakdı.
Buraya hatıralarına ve mahremiyetlerine hürmetsizlik olmasın diye isimlerini yazmayacağımız bir hükümdarımızın gözdesi ile arasında geçenleri de almak durumunda kalacağız. Zira köle bile olsa, rızası olmadan padişah ile karı-koca hayatı yaşamadıklarının pratikte delili gibidir bu hatıra.
Koca Sultan'ın aziz ruhundan özür dileyerek;
Kızı anlatır padişahımızın: "........... kumraldı, ela gözlü idi, 23 yaşında kadardı. Gayet de iyi tahsil görmüş, son derece zarifti. Daha saraya intisab ettiği (girdiği) günden itibaren babam kendisinden pek hoşlanmıştı. Artık, daima onu yanında gezdiriyor, kendisi ile uzun uzun, tatlı tatlı konuşuyordu. Lakin bütün bu "iltifatı şahaneye" rağmen elâ gözlü dünya güzeli, hükümdarın bazı arzularına "evet" demiyordu. Onun bu şiddetli mukavemeti babamın kendisine karşı alâkasını daha ziyade arttırıyordu. Bu hal böyle tam beş sene devam etti. Elâ gözlü güzelde hiç bir değişiklik yoktu..........".
Bir bayram günü, çok güzel görünen kız padişahın huzuruna girer tebrikini yapar. Hünkar "Hâlâ inadında devam mısın?" diye sorar. Genç kız gözlerini yere indirip susar. Bunun üzerine Hakan " Hem sen bugün ne kadar güzelsin!" der. Genç kızın bu iltifata cevabı şu olur: "Efendimiz!! Ömrüm oldukça size canımı feda etmeye daima hazır olacağım. Yanınızdan ayrılmam. Fakat bütün dünyayı bağışlasanız asla hareminiz olmam!.. Çünkü kocam olacak erkeğin yalnız ve yalnız bir karısı, yani tamamen bana ait olmasını isterim, aksi halde kimse ile evlenmem....."
Güzelden ümidini kesen Hükümdar ona bir konak alır, içini donatır. 45 Yasında gayet dindar bir kıranta (oturaklı, gösterişli, bakımlı, orta yaşlı) zatla evlendirir. Kocasının tek eşi olarak hayatını devam ettirir.
Binyediyüzlü yılların başında İstanbul'a gelen İngiltere Büyükelçisi'nin eşi Lady Montague'nin hatıraları batılıların pek hoşuna gitmedi. Hareme girebilen Lady'nin yazdıkları daha önceki ve sonraki batılıların yazdıklarına ters düştüğü için, gerek o dönemde, gerekse daha sonra Lady Montague'yi yalancılıkla itham eden pek çok yazar çıkacaktı. O'nun ülkesi olan İngiltere'de üstelik de 1800'lü yıllarda, evli bir erkek çok rahatlıkla karısını gazeteye "ihtiyaçtan satılık ev kadını" ilanı vererek satabildiği için, Osmanlının saraya giren kadın köleye maaş bağlamasını, eğitim vermesini, sonra da değerli çeyiz ve mücevherleri ile saraydan âzâd etmesini elbette anlamakta zorlanacak ve inkâr yolunu tercih edeceklerdi.

Aşağıda, onun mektuplarından yaptığımız alıntı, ne demek istediğimizi daha da iyi izah edecektir:

"Bu milletin din ve töreleri hakkında eksik bilgimiz var. Dünyanın bu tarafına seyrek geliniyor. Gelenler de ticaretten başka bir şey düşünmeyen tüccarlar. Türkler ise, bunlarla yüz-göz olmayacak kadar ağırbaşlılar. Bu sebeple tüccarların getirdikleri bilgiler yalan yanlış oluyor.

Belki de dünyanın bütün kadınlarından daha hür..... Hayatı hiç aksatmadan, zevkle süren, kaygılardan uzak yaşayan, boş vaktini komşu ziyaretleriyle, hamamlarda yıkanmakla, ya da bol para harcayıp yeni yeni modalar çıkarmakla geçiren yeryüzündeki tek kadın.

Avrupa'da hiç bir saray düşünemem ki, orada yabancı bir kadına karşı bu kadar namusluca davranılsın.

Hamamda ikiyüz kadar kadın vardı. Hiç birinde bizdeki gibi alaycı gülüşmeler ve fısıldaşmalara rastlamadım. Üstelik benim için "güzel, çok güzel" dediklerini işittim. Bir kadının, bir başka kadın için "güzel" diyebilmesi hâyâl bile edilemez.
Konakların hepsinde bir harem dairesi ve cariyeler var. Ancak bu cariyeler evin hanımına âit hizmetçiler. Evin erkeği ömrü boyunca bunları yolda görse tanımaz. Ne kadar garip değil mi?
Kış geceleri toplanıyorlar, geç vakitlere kadar öyle güzel ve saf eğleniyorlar ki zamanın nasıl geçtiği hissedilmiyor. Her evde misafir odaları var. İkram ve misafirperverlik Türklerin yaşama kudreti gibi bir şey......."
Çok zor ve ağır bir konu olan Harem'i böyle bir kaç satırda özetlemek elbetteki mümkün değil. Ancak kendimizle, geçmişimizle barışma çabasının içinde küçük bir damla olmaktı niyetimiz.
Yazımıza bir soru ile son vermek istiyoruz:
Biz, zamanın hiç bir diliminde ve dünyanın hiç bir coğrafyasında sarayına aldığı bir köleden "valide sultan" dediğimiz zamanının "first lady"sini çıkaran bir başka medeniyet bilmiyoruz.
Siz biliyor musunuz?

Oya Kayıcıoğlu – Tarih Öğretmeni


24 yorum

Allah razı olsun tüm açıklığı

Allah razı olsun tüm açıklığı ile güzel ve en önemliside doğru bilgilendirmeniz için...

26.02.2011 - Ziyaretçi

Tarihihi senaristlerden öğrenmeyin

Allah c.c. razı olsun bu güzel makaleniz için. Toplumumuzdaki, osmanlı düşmanlığı her alanda devam etmektedir. bunda başta harem olmak saraya alınan erzaktan tutunda çıktıkları seferlere kadar herşeyi eleştirirler. eleştirenler şunun farkında değillerki eleştirdiklerinin tırnakları bile olamazlar. Bu eleştiriyi direk yapamasalarda dolaylı yoldan çanakkale şehitlerimizin sahip olduğu din,ahlak,inanç ölçülerinede yapmaktadırlar. Tarih, senaristlerle yada uydurmalarla olmaz. Belgelerle olur. tekrar teşekkür ederim vermiş olduğunuz bu çok değerli bilgiler için.

02.04.2011 - barış

ecdadınızı senaristlerden öğrenmeyin!!!!!

allah c.c razı olsun ki bu kadar savsatanın içinde doğruyu söyleyen aydınlatmaya çalışan insanlarımız da var... makalenizi çok beğendim teşekkürler.. rabbim yar ve yardımcınız olsun...

17.04.2011 - mustafa

ecdadınızı senaristlerden öğrenmeyin!!!!!

allah c.c razı olsun ki bu kadar savsatanın içinde hala doğruyu yazan ve doğruyu söyleyen insanlarımız mevcut... makalenizi çok beğendim.. teşekkürler( milletim ve atalarım adına da) allah yar ve yardımcınız olsun...

17.04.2011 - mustafa

Yazınız gerçekten son derece

Yazınız gerçekten son derece gerçekci ve bizim atalarımıza yakısan türden. Son dönemin en büyük modası haline gelmiş osmanlıyı karalayıp batı özentisi yazar bozmalarının yazılarından olmadığı aşikar.Birazcık tarih bilen ve hükümdarlığın yanında halifelik makamınında temsilcisi olan Osmanlı padişahlarının, yaptığıyla, yaptığının söylendiği şeyleri idrak edebilecek akla ve zekaya sahip olacağını düşünüyorum.Bu imparatorluğu kuran Osman beyin sabaha dek odasındaki kuran-ı kerime hürmeten uyumadığını ve onun neslinden gelen evlatlarınında islama yaptığı katkıları bilmem hatırlatmama gerek var mı. Bizlere gerçekleri yazdığınız için şükranlarımı sunar saygıyla önünüzde eğildiğimi belirtmek isterim.

13.05.2011 - HASAN SARI

******

Neden herkes diziye sövüyor ki ? Siz evde çocuğunuza kendi dininizi,kendi atalarınızı anlatmıyor musunuz ? Sizin imanınız,çocuğunuza verdiğiniz eğitim bir diziyle zarar görebilecek kadar hafif mi ? Yapmayın.Asıl sorun şurda; siz atalarınızın size verdiğini korumak için ne yaptınız ? Siz ilerde nesillerinizin sizinle övünebilmesi için ne yaptınız? 600 yıl süren saltanatı var benim atamın diye övünüyorsunuz da siz neden 600 yıl sürecek bir devlet için çalışmıyorsunuz? Bazı şeyler bilgisayar başında akşama kadar erkeklik taslamakla olmuyor...

19.05.2011 - Ziyaretçi

diziyi kötülemekten insan

diziyi kötülemekten insan gibi izlemeye vakit bulamamışınız insan gibi izlerseniz altta aşk-ı derun yazısını görürsünüz dizide aşkı başka nasıl göstercekler

25.06.2011 - Ziyaretçi

harem

ben haremi gezdim ve hiçte burda yazılanlar gibi bir kanıya varmadım. bi kere heryerinden geçen sıcak su sistemi ile ısınan bi yer. karşınıza birden bire beton bir havuz çıkıyo. çok masum bi yer olduğunu düşünmüyorum ama koskaca padişahında bunları yapabilmesi doğal yani yargılamam. islam bile çok eşliliğe sıcak bakıyoken adam tek bi kadına aşık olup onumu sevecekti..

29.06.2011 - Ziyaretçi

CVP:harem

havuz ve su sistemleri genelde gizli konuşmaların dinlenmesini önlemek içindir. Bir çok anadolu bey konaklarında da bu sistemi görebilirsiniz

29.06.2011 - telekulak

tarafsız

bu siteyi ilk ziyaret edişim..yorumlardan ve konulardan da anladığım kadarıyla bol tartışmalı e muhteşem yüzyıl dizisini bolca karalayan bi site.. ben siteden veya diziden taraf değilim.
sitede okuduğum yazılarda; site durmadan diziyi karalıyor, gerçek değilmiş, herşey reyting içinmiş falan filan..
fakat siteyi ilk açtığımda gözüme bi yazı çarptı:

'Çok kısa bir sürede 300.000 ziyaretçi birmilyon'a varan sayfa gösterimi ile www.hurrem.net hizmetinizde olmaya devam ediyor. Teşekkürler Türkiyem'
diye.. sizce de bu sitenin söylediği gibi çok kısa sürede 300.000 ziyaretçiye ulaşması dizi sayesinde değilmi??
öyle yada böyle bence dizi olmasaydı birçok insan tarihini merak bile etmezdi.. dizide yalanda olsa merak edipte dizideki olaylara dayanarak tarihini araştıran birçok insan var..
bence sitenin başında yazan yazının sonundaki teşekkür türkiyeye değil diziye olmalı..

15.08.2011 - tarafsız

CVP:tarafsız

Yumurtadan mı tavuk çıkar yoksa tavuktan mı yumurta..

Dizi KANUNİ'nin hayatı işlendiği için insanlarda ilgi uyandırdı. Özellikle dizi üzerine eleştiriler diziye karşı olan alakayı artırdı. Evet insanlar diziyi izlediği için tarihi olayların gerçekliliğini merak edip araştırdı.. Eğer öncesinde tepkiler olmasa çok doğru süper çekmişler dense idi ne dizi bu kadar çok izlenir, ne de izleyicileri gerçekleri araştırmak için internete başvururlardı..

Sitemizde alternatif bakış açılarını sunduğumuz için insanlar dizi tartışmaya değil, alternatif düşünceleri okumak için buradalar.. Bu dizi bir kaç sezon sonra bitebilir. fakat hurrem.net inşaallah yıllarca aktif olarak kitlelere hitap edecektir.

Zaten dizi yaz sezonunda olmasına rağmen ciddi bir ziyaretçi kitlesine hergün hitap etmeye devam etmektedir. Bu da sadece diziye bağımlı olmadığının göstergesidir.

16.08.2011 - diziye rağmen

Arkadaşım sen

Arkadaşım sen tarafsızmısın,diziden misin yoksa siteden mi?
tarafsızsan sana katılıyorum site çıkarını düşünüyor.Sitedensen biraz katılıyorum.Dizidensen inşallah doğru yolu bulursun...
!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

16.12.2011 - Ziyaretçi

harem hikayeleri... :)))

Haa...doğru ya... Padişahın hiç başka işi gücü yoktu, sırf gizli konuşmaların dinlenmesini önlemek için havuz ve su sistemi yaptıracaktı..

Topkapı Sarayı'nı gezen turistleri eğlendirmek için uydurulan bu (itiraf edeyim ki orijinal) hikaye bakıyorum herkesin ağzında...

Milletçe ne kadar severiz böyle hikayeleri...

Sultan gelmiş, "Oooo.. cennet BURASI yahu!" demiş, ondan sonra oranın adı BURSA olmuş... pffffmmuhahahahaha...

TARİH BÖYLE ÖĞRETİLECEKSE, OLMAZ OLSUN BÖYLE TARİH !!!

18.12.2011 - Murat Akancan

Güneş balçıkla sıvanmaz... Akıl var, izan var...

Bu ülkede tarih, sürekli olarak manipülasyona uğrayıp, gerçeklerden saptırıldı ve bu tarihle okullarda on yıllar boyun beyinlerimiz yıkandı. 600 yılı aşkın Osmanlı tarihi, yalnızca fütuhat övgüleri, meydan muharabeleri taktikleri, zaferler, at üstünde kılıç kalkan kahramanlıklarına İNDİRGENDİ. Kimse çıkıp da, "Her yükselişin bir de inişi vardır" demek cesaretini ve basiretini gösteremedi. İniş ki hem de nasıl bir iniş... 'Entrika' kavramının yalnızca Hürrem Sultan'ın tekelinde olduğunu sananlar, bir de saray efradından tutun, yeniçeri ocağına, hacı-hoca medrese ulemasından tutun, vergileri iç eden, ya da kanun dışı vergi alan uç beylerine kadar herkesin, tarihin HER DÖNEMİNDE ne tür entrikalar peşinde koştuğunu, yaptıkları yolsuzluk ve hırsızlıklarla 'şanlı şerefli' Osmanlı Devleti'nin dibini nasıl oyduklarını açıp okusunlar.

Çok rica ediyorum: Akıl var, izan var... Bizler öz tarihimize karşı eleştirisel bakmadıkça, uydurma ve gerçeklerin saptırıldığı, ya da kılıç kalkan zoruyla başka ulusların malına, mülküne, canına ve insanına göz diken ve bunları yitirdikçe de 'eski şanlı şerefli günlerinin hasretiyle' feryat-figan eden EMPERYALİST devlet hayranı, bir takım kof beyinli, aptal ve ne yaptığını bilmeyen, ve her şeyde olduğu gibi tarihte de kolaya ve işine gelen şeylere kaçan sözde 'milliyetçi' yeni nesilleri yetiştirmekten öteye gidemeyiz.

Tarihini, modern toplumların tarih anlayışı ve tarafsız eleştiri seviyesinde uyguladıkları ölçüde değerlendiremeyen Türk toplumu, hiç bir zaman "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" safsatasından yakasını kurtaramayacaktır. Kendi kendini aldatmaktan adeta haz duyan, ve bununla da adeta övünen, tüm dünya toplumları arasında sürekli ofsaytta kalan, çağdışı, kültürsüz ve cahil bir toplum olmaktan öteye gidemeyecektir maalesef.

18.12.2011 - Murat Akancan

süper yorum !!!

KUTLARIM, ARKADAŞIM !!! AYNEN İMZALIYORUM !!!

18.12.2011 - Murat Akancan