Hürrem | Konular | Kitaplar

Yavuz Bahadıroğlu

Eski dünyamız, padişahlar ve "Muhteşem Yüzyıl"

Sayın Başbakan, eski Osmanlı coğrafyasını uyarmak/ uyandırmak için koştururken, "Oralarda ne işimiz var?" diyerek, çabasını sorgulayanlara kızmakta çok haklı…

Çünkü 1950 öncesinde yapıldığı gibi, ya içinize büzüleceksiniz, hiçbir hesaba katılmaz, hiçbir konuda dikkate alınmaz bir ülke olacaksınız, ya da risk alacak, eski coğrafyanızda eski tarihinizi arayacak, dikkate alınan, hesaba katılan, "Bu konuda acaba Türkiye ne düşünüyor?" diye merak edilen bir ülke olacaksınız…

Sayın Başbakan "ikinci Türkiye"den yana: Ciddiye alınan, hesaba katılan bir Türkiye olmak istiyor…

Bu yüzden de Myanmar'dan Somali'ye, Mısır'dan Balkanlara, Açe'den Afganistan'a koşturup duruyor…

Yine bu yüzden, bombalar altındaki Gazze'ye Dışişleri Bakanı'nı gönderiyor…

Yerli diziler ve aile hayatımız

“Televizyon ve Aile”ye ilişkin olarak yapılan eski bir araştırmanın sonuçlarını unutamıyorum. Sık sık bakıyorum. Baktıkça da geleceğimiz adına üzülüyorum.
Çünkü bu araştırmaya göre, yüzde doksandan fazlası Müslüman olan toplumumuzun ekranlarına gelen insanların sadece yüzde 20’si Müslüman...

O da nasıl bir Müslüman, tartışılabilir!
Çünkü dizilerde namaz-niyaz, hac-zekât, hatta kelime-i şahadet hak getire! Yeri geldiğinde “Lahavle” dahi çekemiyor, yanlış söylüyorlar, kötü örnek oluyorlar...
Bir dizide Kanuni Sultan Süleyman’ı oynayan aktör namaz kılmayı bilmiyor. Muhtemelen yönetmen ve senarist de bilmediği için namaz namaz olmaktan çıkıyor, tuhaf hareketlere dönüşüyor...

“Erkek” tarihçilerin astığı Valide Sultan: Hürrem

Mehmet Berk Tayyar soruyor: “Kanuni Sultan Süleyman, Hürrem Sultan'a söylendiği kadar bağlanmış mıdır?”
Elbette bağlıdır. Kanuni, Hürrem Sultan’ı çok sevmiştir. Âşıktır. Ancak bazıları tarafından gösterildiği gibi, aşkından kendini kaybedip devletine zarar vermedi. Hürrem Sultan’ı çok severdi, çünkü karısıydı. Ayrıca hem güzel, hem de zekiydi.
Hürrem Sultan’ın, öz oğlu Selim’i tahta geçirmek gibi özünde duygusallık (ana yüreği) bulunan siyasal amacına ulaşmak için, Padişah’ın sevgi ve ilgisini kullanmaya çalışması doğaldır. Çünkü Hürrem “anne”dir.

Hürrem Sultan’ın sevgili kızı

Ahlâk timsali Mihrimah Sultan (Kanuni ile Hürrem Sultan’ın kızları) “Kadın çiftliği” gibi gösterilen Osmanlı hareminde yetişti…

İstanbul’u ve ülkenin çeşitli bölgelerini hayır eserleriyle donatan diğer “Sultan kadın”lar da…

Ama Osmanlı tarihini yazanlar, tahmin ediyorum “erkeklik damarı” sebebiyle, kadınlara fazla itibar etmezler (henüz kadın tarihçi görmedik).

Tarihe, “Salt erkekler tarafından inşa edilmiş bir manzume” muamelesi yaparlar.

Erkek tarihçilere göre, kadının, “elinin hamuruyla” böylesine muazzam bir oluşa müdahalesi mümkün değildir! Bir “müdahale” olmuşsa, bu mutlaka “olumsuz” yönde olmuştur.

Osmanlı Kadını Zevkli ve Beceriklidir!

“Padişah anaları yabancıdır Türk ırkını bozmuştur” demek onlara atılabilecek en büyük iftiradır…

Böyle bir iftira ruhlarını incitmekle kalmaz hayatın gerçeklerine de aykırı düşer. Çünkü insan mensup olduğu ırktan değil insanlığa katkılarından kıymet alır. Bu anlamda padişah anaları eşleri ve kızları son derece kıymetlidir. Zira hemen hemen hepsi kendilerine verilen tahsisatı israf etmeyerek “eser”e dönüştürmüş ve kendilerinden sonraki insanlığa armağan bırakmışlardır.

Birkaçı dışında farklı etnik kökenlerden gelen hanım sultanların çoğu çocuk yaşta saraya alınarak eğitilir padişah eşi olmaya layık hâle gelenler valide sultanın (padişahın annesi) arzu ve onayı sonucu padişahla evlendirilirlerdi…

Kanuni’nin oğlu Şehzade Bayezid’in akıbeti

Kanuni Sultan Süleyman’ın sekiz şehzadesi vardır: Bunlardan Murad, Mahmud ve Abdullah çok küçük yaşlarda ölmüştür. Diğer kardeşleri Mehmed ve Cihangir genç yaşta hastalanarak ölürken, Mustafa ise babasının sağlığında tahtı ele geçirmek istediği gerekçesiyle idam edilmiştir.

Böylece geriye Şehzade Bayezid ile Şehzade Selim sağ kalmıştır. Bir süre sonra Hürrem Sultan’dan doğma Şehzade Bayezid de aynı akıbete uğrayacak, geriye kala kala Şehzade Selim (II. Selim) kalacaktır.

Bu durum padişahların neden çok evlilik yaptığını ve çok çocuk sahibi olmaya çalıştıklarını da açıklıyor. Çünkü şehzadelerden bazıları sık görülen salgın hastalıklardan, bazıları savaş şartlarından, bazıları ise “Nizam-ı âlem” için ölüyor.

Bir idama halkın verdiği ağır tepki

Rahmetli Başbakan Adnan Menderes’le Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildiklerinde (1961) kılımız kıpırdamamıştı...

Daha sonra Demirel, Ecevit, Baykal, Türkeş ve Erbakan başta olmak üzere dönemin en üst düzey politikacıları ölümüne sürgünlere gönderildiklerinde de sesimizi çıkarmamıştık...

28 Şubat sürecinde bizi ve inancımızı darbeleyenlere “Gözünüzün üstünde kaşınız var” deme cesaretini gösterememiştik...

Eh, onlar da bu sessizliğimizden, tepkisizliğimizden cüret bulup yeni darbeler tezgâhladılar...

Balyos, Sarıkız, Kafes, Ergenekon, vesaire...

Tümü tepkisizliğimizin çocuğu!

Ama bakın, Kanuni Sultan Süleyman, “isyan” gerekçesiyle oğlu Şehzade Mustafa’yı “infaz” ettirdiğinde neler oldu?..

Şehzade Mustafa olayının detay kısmı

Yıl 1553... Kanuni’nin son yılları (6/7 Eylül 1566’da ölüyor)...

Osmanlı, en parlak dönemlerinden birini yaşıyor...

Devletin muktedir kadroları, yenilmez bir ordusu, arada kriz filan çıksa da genel olarak sağlam bir maliyesi, ülke çapında yoksul bırakmayan bir sosyal yapısı var...

Ama aynı tarihte bir büyük olumsuzluk gelişiyor: İran’daki Safevi Devleti tehlike arz etmeye başlıyor...

Osmanlı barış arıyor ama mümkün değil. Safevi Şahı, Çaldıran’ın intikamını alma sevdasında: İlle de babasının (Yavuz) sert yumruğunu oğluna (Kanuni’ye) iade edecek...

Kanuni, oğlu Mustafa’yı neden öldürttü?

Tarihçinin görevi teşhis ve tespittir. Yargılamayı Allah yapar. Herhangi bir kişi hakkındaki en yanılmaz hükmü sadece Allah verir...

Bu bakımdan padişahların, sadrazamların, vezirlerin ve hepimizin hesap vermemiz kaçınılmazdır. Günah işleyen padişah bile olsa bunun sonuçlarına katlanacaktır.

Bir nokta daha: Tarihçi, tarihin (ve tarihi şahsiyetlerin) ne avukatı, ne yargıcı, ne de cellâdıdır.

Bu girizgâhtan sonra, diyeceğim şu ki, Şehzade Mustafa’nın katlinde gerçi Hürrem Sultan’la Sadrazam Damat Rüstem Paşa’nın parmağı var, ama Şehzade’nin bazı yanlış davranışlarının da bunda büyük payı olduğu kesin.

Harem ve Hürrem

Harem yıllardır tartışılır...
“Koltuk Oryantilisti” dediğimiz Avrupalı tembellerin oturdukları yerden yazıp çizdikleri “eser”ler (roman ve resimler) bizim “yerli yabancı”lara “kaynak” teşkil ediyor...
Tabiatıyla da ortaya bir “Roma haremi” çıkıyor.
Allah’ınızı severseniz, söyler misiniz, şu dizideki Kanuni’nin adı “Constantin”, Hürrem Sultan’ınki “Aleksandra”, diğer kadınların ve erkeklerin “Mari, Despina, Dimitri, Yako” olarak değiştirilse, ekrandaki saraya da “Topkapı Sarayı” yerine “Roma Sarayı” dense, yadırgar mısınız?
Görüntüde bir namaz sahnesi dışında (o da acemice) bize dair hiçbir şey yok!
Kadınlarda yaka-bağır açık, erkeklerde dindarâne bir teveccüh hak getire...
Herkes raks etmenin, gönül eğlendirmenin peşinde...
Hayır, bu “Topkapı Sarayı” değil.

Muhteşem panayır

“Muhteşem Yüzyıl”ı, yani Kanuni Sultan Süleyman ve dönemini anlatmak iddiasında olan dizinin hemen başında iki temel unsur öne çıkıyor:
1. Şiddet (baş kesme sahnesi)...
2. Cinsellik...
Bunlar dizinin hangi eksen üstünde gelişeceğini gösteriyor. Belli ki dizi şiddet ve cinsellik ekseninde gelişecek. Çünkü bunlar en çok merak uyandıran ve seyirci toplayan unsurlardır.
Peki, ama Kanuni dönemi böyle bir dönem midir? Bunu umursadıklarını sanmıyorum: Maksat ilginçlik olsun, küp dolsun!
İlginçlik uğruna tarih tahrif edilecek, Osmanlı padişahlarının en büyüklerinden biri torunlarının nazarında kirlenecek... Kimin umurunda? Nasılsa Atatürk dışında kalan tarihi önderlere hakaret ve iftira “yasak” değil... Hiçbir müeyyidesi yok... Yani “atış serbest!”