Hürrem | Konular | Kitaplar

Sanatkâr Padişah Sultan II. Abdülhamit Han’ın Çağı Yakalama Tutkusu

Abdülhamit’in portrelerinde çok da ön plana çıkmamış bir yönü vardır ki, o da sanata olan ilgisi ve Osmanlı kültür mirasına olan katkılarıdır. Abdülhamit’in çağı yakalama arzusu ve yenilikleri destekleyen tutumu ile birlikte tüm sanat dallarında gelişmeler gerçekleşir. Biz de bu yazıda Osmanlı'nın son dönemdeki bu gelişmeleri ve Sultan'ın sanata bakışını inceledik.

Kimileri onu modernizme karşı direnen padişah olarak yansıtsa da, hatırı sayılır birçok tarihçi; padişah II. Abdülhamit’in Osmanlı modernleşmesinde çok önemli bir yere sahip olduğunu kabul eder. 33 yıl tahtta kalan Sultan; eğitim, kültür, sağlık, ulaşım ve bayındırlık alanında pek çok reform gerçekleştirir. Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası, halk meclisinin oluşması, düzenli iktisat ve bütçe uygulamaları, devlet gelirlerinin artması, demiryolu, tramvay ve telgraf gibi yenilikler onun döneminde gerçekleşir. Devlet kurumlarında yapılanma ve kurumsallaşma onun devrinin eserleri arasındadır. Onun zamanı, Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu tüm siyaset araçlarının en aktif şekilde kullanıldığı ve Osmanlı’nın yeniden dünya siyasetinde dikkate değer bir ağırlık kazandığı bir dönem olarak kaydedilir. “Ulu Hakan” tezi de bu noktalardan hareketle çıkar, diyebiliriz. Diğer taraftan halk meclisinin kapanması, Kanun-i Esasi’nin de rafa kaldırılması gibi nedenlerle gelişemeyen siyaset ve demokrasi bilinci onun zamanının olumsuz yönlerine işaret olarak gösterilebilir. Dolayısıyla Sultan II. Abdülhamit devri herhangi bir türden siyasi taraftarlıkla ele alınırsa, her kesim iddiasına bu otuz üç yıllık saltanat boyunca dayanak noktası bulabilir.

Bunlarla birlikte II. Abdülhamit’in portrelerinde pek sözü geçmeyen bir başka yönü var ki, o da sanata olan ilgisi ve Osmanlı kültür mirasına olan katkılarıdır. Heybeti ve içe dönük kimliğiyle tanınan padişah, sanat alanında ortaya çıkan ilk kurumlarla ve modern sanata olan desteğiyle imparatorluğun son dönemine damgasını vurur. Osmanlı Devleti’nin Tanzimat döneminde başlayan modernleşme çabaları, Abdülhamit döneminde ilk meyvelerini verir.

Başmabeyinci (Sultanın özel kalemi) Tahsin Paşa’nın Yıldız hatıralarında anlattığına göre, 93 Harbi’nin kaybında kumandanların kavgalarını gören, amcasının tahtan indirilmesi ve öldürülmesinde bir takım devlet adamlarının oynadığı role şahit olan Abdülhamit’in çevresine olan güveni azalır. Böylece daha çok kendi dünyasına dönük yaşamaya başlar. Annesinin ölümü ve kendi ifadesiyle “babasının Abdülhamit’e olan kayıtsızlığı” insanlar ile arasına mesafe koymasına sebep olur. Kendisi bu durumu “Etrafımdakilerin beni anlamadıklarını görmekle kendi içime kapanmaya başladım.” şeklinde belirtir. Çok sakin ve gösterişten uzak bir hayat tarzını benimseyen Sultan II. Abdülhamit’in kendisi de kimi zaman insanlardan uzaklaşmak, kimi zaman da kafasını meşgul etmek için marangozlukla uğraşır. Yaptığı eserlerde öyle ince işçiliği vardır ki, padişah olmasa, milyarder olacak yeteneğe sahip usta bir marangoz olduğu kaydedilir.

Yıldız Sarayı’nı devletin idare merkezi haline getiren Abdülhamit, sarayın çevresini Beşiktaş Tepesi denilen Yıldız’dan Ortaköy üslerine kadar genişletir. İçine tiyatro, fotoğraf, resim, marangozluk atölyesi ve müzik salonu yaptırarak sarayı adeta bir sanat galerisi haline dönüştürür. Şehir Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdülhamit Kırmızı, Yıldız Sarayı’nın Sultan II. Abdülhamit’in aynası olduğunu, buranın mekân düzenine bakarak bile onun yüzü batıya dönük bir hükümdar olmayı tercih ettiğini anlayabileceğimizi söylüyor. Türk musikisinden hoşlanmadığını, kendi çocuklarının da piyano, keman, arp, nota eğitimi almasına özen gösterdiğini vurguluyor ve ekliyor: “Abdülhamit tiyatroya ve batılı tarzda müziğe düşkündür, alafranga havalar ve operalar dinler. Verdi sever, hatta saray tiyatrosunda sinema izler. Bununla birlikte biraz ‘kendine Avrupai’dir. Çünkü yeni bir kültürün oluşması zaman ister ve ahali henüz bazı yeniliklere hazır değildir, diye düşünür. Onun için havas-avam ayrımı vardır. Havas için ilerlemecidir, modernleşmecidir, aydınlanmacıdır. Modernleşmenin topluma yansıması için ise biraz zamana ihtiyaç vardır. Önce okullar açmak ve kitleleri eğitmek lazımdır. Daha fazlası ancak ahali belli bir seviyeye gelip hazır olduğunda verilmelidir.”

Abdülhamit’in eğitim reformlarını da, modernleşmeci yaklaşımla ortaya çıkarılan sanat kurumlarını da bu şekilde açıklamak mümkün. Örneğin, sarayın içine 1894 yılında kurulan Yıldız Çini Fabrika-i Hümayun, hem Osmanlı sanayisi adına hem de Türk sanatını temsil etmek adına atılan önemli bir adımdır. Osmanlı’da Abdülaziz döneminde başlayan resim sanatı da onunla zamanında kurulan Sanayi- i Nefise Mektebi ile birlikte ivme kazanır ve kurumsallaşır. Avrupa’da hukuk ve resim alanında eğitim gören, Sadrazam İbrahim Ethem Paşa’nın oğlu Osman Hamdi Bey’in girişimleri ile kurulan Arkeoloji Müzesi de yine bu önemli kurumlar arasındadır.

19. Yüzyılın En Geniş Fotoğraf Albümü

Sultan II. Abdülhamit’in bir diğer merakı da fotoğrafçılık sanatı ve fotoğraf albümleridir. Osmanlı Sarayı fotoğrafla Sultan Abdülaziz döneminde tanışsa da; Abdülhamit Han bu işe daha büyük ihtimam göstererek dünyanın en büyük fotoğraf koleksiyonunu oluşturmak ister. Onun oluşturduğu albümler, Osmanlı toprakları başta olmak üzere neredeyse tüm dünyayı kapsayacak türdedir.

Abdülhamit’in bu fotoğraf tutkunluğunu basit bir merak ile açıklamak eksik olur. İlber Ortaylı gibi son dönemleri çalışan tarihçilerin önemli bir kısmı, sultanın taşradan veya merkeze uzak vilayetlerden gönderilmesini istediği fotoğraflar sayesinde toprakların durumunu, ahalinin vaziyetini de takip ettiğini kaydediyor.

Saraydan pek çıkmamaya özen gösteren II. Abdülhamit, devrin ünlü fotoğrafçılarını saray için görevlendirir. Onlara maaş bağlar. Sultan bu fotoğraflar üzerinden hem denetim yapar hem de Avrupa ülkelerine özenle seçtiği fotoğraflardan albümler oluşturarak hediye eder. İngiltere, Fransa ve ABD gibi dönemin güçlü devletlerine gönderdiği bu fotoğraflarla Osmanlı’nın hâlâ güçlü, hâlihazırda kuvvetli bir imparatorluk olarak ayakta olduğu mesajını vermek istediği söylenir. I. Dünya Savaşı’na giden süreçte müttefik kazanmak adına Sultan'ın Osmanlı Devleti’nin imajını korumasının önemli olduğunu kabul etmek gerekir. Bunun dışında çok iyi bir fizyonomist (insanların yüz çizgilerine bakarak karakter tahlili yapan biri) olduğu söylenen II. Abdülhamit’in, askeri okullara talebe seçerken de fotoğraflarına bakıp karar verdiği vakidir.

Yıldız Sarayı’nda muhafaza edilen fotoğraflar, toplamda 962 albüm ve 35 bin 535 fotoğraftan oluşuyor. Üzerinde II. Abdülhamit’in tuğrası bulunan, deri ve mücevherlerle süslenmiş albümler bugün paha biçilmez nitelik taşıyor. Osmanlı kentlerini tanıtan manzaralar, mimari yapılar ve kültürel öğeler içermeleri bakımından da oldukça önemli. Bu değerli fotoğraf koleksiyonunu oluşturan sanatçılardan bazıları “Saray Fotoğrafçısı” unvanı alan ve isimlerine Abdullah Biraderler olarak aşina olduğumuz Kevork, Hovsep ve Vichen isimli üç Ermeni kardeş…

Orijinalleri İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan albümlerin nüshaları; Britanya Müzesi, ABD Washington Kongre Kütüphanesi ve Fransız Ulusal Kütüphanesi’nde mevcut. II. Abdülhamit’in Washington’a gönderdiği meşhur kırmızı deri kaplı 36 albümdeki 1200 fotoğrafa, Kongre Kütüphanesi’nin web sitesinden ulaşılabiliyor. ABD’ye gönderilmiş fotoğrafları kitap halinde yayınlayan Harvard Üniversitesi’nin kütüphanesinden de erişilebiliyor. İstanbul’daki orijinalleriyle kıyaslandıklarında, albümleri Sultan’ın her ülkenin karakterine uygun şekilde özel olarak seçtiğini söylemek mümkün. Orijinallerini kütüphanesinde koruyan İstanbul Üniversitesi ise fotoğrafları dijital ortama aktarmış. Aynı şekilde dijital veriler İslâm Konferansı Teşkilâtı Tarih Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi Kütüphanesi’nin (IRCICA) arşivinde de yer alıyor.

Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu

Sultan II. Abdülhamit’in sanata olan yakınlığı, Batı ülkelerindeki teknolojileri Osmanlı’ya getirme isteği ve çini sanatının yeniden canlandırılması düşüncesi, Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu’nun kuruluşunda etkili olur. Sarayın porselen ihtiyacını karşılamak amacıyla hayata geçirilen fabrikada imal edilen eserler, daha sonra tanıtım amacıyla çeşitli Avrupa krallıklarına hediye olarak ya da uluslararası fuarlara sergilenmek amacıyla gönderilir. Bu aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin çağdaşı olan batılı devletlere ve krallıklara karşı bir prestij göstergesidir. Yıldız Çini Fabrika-i Hümayun üretimi eserler bugün, sahip oldukları İstanbul tasvirleri ile aynı zamanda döneme ışık tutan birer belge niteliği de taşır.

Fabrikanın kuruluşunda ihtiyaç duyulan teknoloji ve malzeme ile üretim esnasında gerekli olan kalıplar, Fransa’da bulunan ve dönemin önde gelen porselen fabrikaları olan Sévres ve Limoges’ten getirtilir. Bununla birlikte bu fabrikalarda çalışan birkaç usta da alınır. Bu sebeple fabrikanın ilk yıllarında üretilen eserlerde çoğunlukla Fransız porselenleri etkisi görülür.

Yıldız Çini Fabrikası’nda üretilen eserlerin tamamında fabrikanın orijinal amblemi olan ay yıldız damgası vardır. Damganın altında ise fabrikanın kuruluş yılı ve eserin üretildiği yıl bulunur. Bazı eserlerde sanatçı adı da yer alır. Fakat fabrika, II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi ve II. Meşrutiyet’in ilanı ile 1909’da kapatılır. Sultan Reşat döneminde saray kompleksinin dışına taşınılması düşünülse de, sadece duvar örülerek sarayın dış bahçesine bırakılır. 1994’ten bu yana TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı olarak Yıldız Porselen Fabrikası adı ile bugün hâlâ faaliyetlerini sürdürüyor.

Osmanlı’nın İlk Sanat Okulu: Sanayi-i Nefise Mektebi

19. yüzyıla kadar Osmanlı’da Batı tarzı resim sanatsal açıdan ele alınmaz. Teknik gelişmelere ayak uydurmak için yararlanılacak bir araç olarak görülür. Nitekim o dönemde Mühendishane-i Berri-i Hümayun‘da ve Harbiye Mektebi'nde verilen resim dersi mühendislik ve mimarlık alanında gerekli olan teknik çizimleri içerir. Dolayısıyla ilk ressamlar Mühendishane’de ve Harbiye’de öğrenim görmüş askerler arasından çıkar. Ancak daha sonra batı tarzı resim sanatının varlığı ve gelişmesi, zamanla batılılaşmanın önemli sembollerinden biri haline gelir ve yönetim tarafından da desteklenir. Resim sanatına yeteneği olan öğrenciler, eğitim için Avrupa başkentlerine gönderilir. Hedeflenen batılı kimliğini Avrupa'da eğitim gören bu öğrenciler yaşayarak tecrübe ederler. Ülkeye dönüşlerinde bu kimliğin taşıyıcısı olurlar. Örneğin II. Abdülhamit’e bir sanat okulunun açılması teklifiyle giden isim, Paris’te hukuk ve resim öğrenimi gören isimlerden Osman Hamdi Bey’dir. II. Abdülhamit’in bu teklifi desteklemesiyle Osman Hamdi Bey Sanayi-i Nefise Mektebi Müdürlüğü'ne tayin edilir. Batı tarzı resim de, böylece Osmanlı Devleti'nin eğitim sistemine 18. yüzyılın sonlarına doğru girmeye başlar diyebiliriz.Bugünkü adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, yani Sanayi-i Nefise Mektebi, II. Abdülhamit döneminde açılan Osmanlı'da sanat alanında eğitim veren ilk resmi kurumdur. Resim, mimarlık, oymacılık (heykeltıraşlık) ve fenn-i tezyinat (süsleme bilimi) atölyeleriyle 2 Mart 1883’te 8 eğitmen ve 20 öğrencisiyle öğretime başlar. İmparatorluğun mimar ve ressamları bu eğitim kurumunda yetişir.

Müze-i Hümayun

I. Abdülhamit’in bir diğer önemli katkısı da bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi olarak hizmet veren ve 1891 de açılan Müze-i Hümayun binasıdır. Arkeoloji Müzesi; Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi olmak üzere üç bölümden oluşur. Çeşitli kültürlere ait bir milyonu aşkın eserle, dünyanın en önde gelen müzeleri arasındadır. Müzenin koleksiyonunda Arkaik Dönem’ den Roma Dönemi sonuna kadar olan süreci yansıtan eserler bulunur. Bununla birlikte İstanbul’un çevre kültürleri Trakya-Bitinya ve Bizans, Anadolu, Troya, Afrika ve Arap Yarımadası’nı kapsayan geniş bir coğrafyadan çok önemli eserler yer alır. Bu dönemde yapılan binalar arasında oldukça ihtişamlı olan müze binası mimari olarak batı üslubunu yansıtıyor. Bununla birlikte içinde sergilenen tarihi eserler Osmanlı'da son dönemki doğu-batı sentezini sergiler nitelikte.

Özetlememiz gerekirse, II. Abdülhamid dönemi bazı kesimler tarafından özgürlüklerin kısıtlandığı bir dönem olarak tanımlansa da, sanat ve sanatçıya karşı koruyucu ve geliştirici bir yönü olduğunun altı çizmek gerekir. İlk defa sanat alanında uzmanlar yetiştirecek ve yaygınlaştıracak resmi bir eğitim kurumu, onun saltanatı döneminde oluşur. Saray çevresinde çeşitli sanat atölyeleri ve kişisel koleksiyonlarının oluşturulmasıyla başlayan süreç, batı tarzına göre sanat eğitimi yapan Sanayi-i Nefise Mektebi'nin yani Güzel Sanatlar Akademisi' nin ve Müzeyi Hümayun ’un (İstanbul Arkeoloji Müzesi) kurulmasına kadar ilerler.

Konular