Hürrem | Konular | Kitaplar

Fazilet Takvimi

MİMARİNİN AŞAMADIĞI ZİRVE: SİNAN (RH.)

Mimarlığın dehası olarak tavsif olunan, yaptığı eserleri ile bütün dünyayı şaşkınlığa ve hayranlığa boğan Mimar Koca Sinan (r.a), geçen sene, "Uluslararası Mimar Sinan Kültür Sanat Haftası"çerçevesinde düzenlenen panellerle ilmî açıdan incelendi. İlim adamları yaptıkları konuşmalarda ortak olarak Mimar Sinan'ın, immarinin eşsiz bir dehâsı olduğunu belirttiler.

Prof. Dr.Mehmet Şahin, kültürümüzde Allah'ın rızâsına kavuşmak için mükemmel ve kusursuza ulaşmanın mühim bir yeri olduğunu, Mimar Sinan'ın da bu gaye ve maksat için yaptığı kusursuz ve mükemmel eserleri ile bu sâhada bir numara olduğunu kaydetti. Pro. Dr. Şahin;

"Mimar Sinan; aklı, matematiği, geometriyi ve ekonomiyi birlikte yoğurarak mimariyi zirveye ulaştırmış, bu âhenkle âdeta mimarinin şiirini yazmıştır"dedi.

SEYDÎ ALİ REİS

Kânûnî devrinin büyük denizcilerinden olan Seydî Ali Reis, XVI. asrın başlarında İstanbul'da doğdu.

Rodos'un fethinden başlayarak (1522) donanmanın Akdeniz'deki bütün faaliyetlerine katıldı.

Barbaros Hayreddin Paşa'nın yanında Preveze'de Türk donanmasının sol kanat kumandanı idi. (1538)

Trablusgarb'ın (Libya) fethinde bulundu. (1551)

6 Aralık 1553 günü Halep'te iken Süveyş kapudanlığına getirildi. Ertesi gün Halep'ten hareket eden Seydî Ali Reis, 58 günde Bağdat yoluyla Basra'ya geldi. Bahar gelince 15 kadırgadan müteşekkil Türk donanmasını alarak denize açıldı.

9 Ağustos 1554 günü Basra Körfezi'nden çıkıp Umman Körfezi'ne girmek üzereyken, 25 kadırgadan ibâret Portekiz donanması ile karşılaştı. Bir kalyonunu kaybeden düşman donanması geri çekildi.

VATANI KURTARMAK KİMİN VAZİFESİ


Bursa'yı Yunanlılar işgal ettiğinde, Pîr Emîr türbesine bakan türbedârın, türbeye bastonla dürtüp:

"Yâ Pîr!Bursa'yı Yunanlılar işgâl etti. Kalk kurtar" dediğini ve türbedârın gece rüyâsında Pîr Emîr hazretlerini görüp, Emîr'in kendisine:

"Behey ahmak!Vatanı düşmandan kurtarmak ölülerin değil, dirilerin üzerine düşer!"buyurup hışımla bir tokat akşettiğini ve türbedârın korku içinde uyandığında çenesinin yamulmuş olduğunu gördüğünü ve ölünceye kadar da çenesinin düzelmediğini... (Bİr Millet Uyanıyor, İst./1989, s. 10)

Biliyor muydunuz?

MOHAÇ ZAFERİ

Mohaç Meydan Muharebesi Osmanlı tarihînin en şanlı savaşlarından biridir.Mohaç Ovası, Tuna nehrinin batı sahilinde bağlık yerler. Burada yapılan savaş Macar Krallığı'nın sonu olmuştur.

Macar Krallığı'ın merkezi olan Budin üzerine yürümekte olan Osmanlı Ordusu Macar Kralı Layoş'un (İkinci Luis) Mohaç'a gelmekte olduğunu haber alınca 28 Ağustos salı günü buraya gelip yerleşmiş ve stratejik bakımdan avantajlı yere yerleşmişti.İki ordunun mevcudunun ortalama bir hesapla yüzer bin civarında olduğu anlaşılmaktadır.

GARİPLERİN DUÂSI BEREKÂTI


Batılıların Muhteşem Süleyman ile Hayreddin paşa arasında geçen yazışma

«...Sen ki Lalam, Cezayir Beylerbeyi, Gazi Hayreddin Paşasın... Her ahvalin, katımızda ma´lûmumuz olmuştur... Dünya ve âhirette, yüzün ak olsun. Cezayir önünde, iki BURC feth eylemişsin; gâzân mübârek olsun, Ol gazanın nişanesi olarak sana, iki hil'at ve iki sorguç gönderdik. Teberrüken ras kılasın. Kattâreyi (Kılıcı) beline asıp, cihad idesün. Seni ve cümle yoldaşlarını, Allahü Teâlâ'nın birliğine ısmarladık..

Es-Sultan İbnüs - Sultan, Süleyman Hân...»

Bu Hatt-i Hümâyûnu ve Padişah armağanlarını alan Barbaros Hayreddin Paşa, şunları yazıyor :

SELÂTİN CAMİLERİ

Selâtin Camii tâbiri bugün pek kullanılmıyor, genç nesil bilmiyor. Şimdi mescide bile cami deniyor. Osmanlılar, İslâm mâbedini, büyüklüklerine göre üçe ayırmışlardır : selâtin camii, camii ve mescid.

Selâtıyn kelimesi sultan kelimesinin çoğuludur, sultanlar demektir. Osmanlı padişahının, onların selefleri olan Selçukoğulları'nın, padişah anneleri vâlide sultânların, imparatorluk şehzâde ve sultânlarının yaptırdığı camilere, diğerlerinden ayırarak selâtin camileri denmiştir. Bunların iki ve nadiren ikiden fazla minaresi olmaktadır. Çok büyük de olsalar diğer camilere, Hânedân'a hürmet eseri olarak, birden fazla minare yapılmazdı.

Bugün ülkemizde ve dışarıda kalmış Osmanlı topraklarında pek çok selâtin camii vardır. Ama en çok İstanbul'da toplanmışlardır.

YENİ CÂMİ

Eminönündeki câmiin ilk banisi, lll. Murad’ın zevcesi ve lll. Mehmed’in annesi olan Safiye Sultan’dır. O zamanki gümrüğe nâzır bir mahalde, bedelleri iki misli ödenmek suretiyle istimlâk edilerek. Temeli merasimle atıldı. Câminin ilk mîmârı, Davud Ağa, 1597 (H. 1006) senesi muharreminin ikinci cumartesi günü, maiyetinde pek çok bennâ mimar, mühendis, neccâr (dülger) ve taşçı ustası olduğu hâlde inşâata başladı. Davud Ağa, dolma bir arâziye atılan câminin temellerinden değirmen döndürecek kadar su çıktığını görünce, gece gündüz tulumbalarla suları boşaltmış ve başlarını kurşun kuşaklarla birleştirdiği kazıklar üzerine blok taşlar atmak suretiyle, duvarları yer seviyesinden bir miktar yükseltmeğe muvaffak olmuştur.

ABDÜLHAMİD HÂN'IN HAREMÎ

II. Abdülhamid Hân cennetmekân hazretlerinin hanımı Müşfika kadınefendi, kocasının vefatından sonra ve kızının da Avrupa'ya sürgün gitmesi üzerine, İstanbul'da yıllarca yalnız yaşadı...

Kızı Ayşe Sultan'ın defâatle Avrupa'ya çağırmasına rağmen Avrupa'ya gitmedi. Bunun sebebini soranlara:

"Efendim, pek kıskançtı, harem ağaları bile başını kaldırıp yüzüme bakmaktan men edilmişti. Avrupa'ya gittiğimi, yüzümü yabancı erkeklerin gördüklerini kabrinde hissederse güceneceğini, azap duyacağını düşündüm. Onun için de kalbime taş basarak yıllar yılı dâr-ı dünyada evlâdımın hasretine katlandım" diye ibretli bir şekilde cevap verir.

Fazilet Takvimi

DEVLETİN TEMELİ EZAN VE KUR'AN

1921 yılı başlarıdır. İstanbul, düşman işgali altında bulunmaktadır. Millî Mücadele henüz devam etmekte, vaziyet ortada görünmektedir. Uzun müddettir Fransızların muhasarası altında bulunan ve topa tutulan Antep'te halk, çetin savaşlar verdikten sonra teslim olmaya mecbur kalmıştır... «Türklerin elinden İstanbul'un alınacağı» söylentileri etrafa yayılmaktadır...
Şâir ve yazar, Dârülfü'nun edebiyat müderrisi Yahya Kemal (Beyatlı), üzüntü ve sıkıntısını hafifletmek, bir teselli bulmak için Topkapı Sarayı'nı ziyarete gider.

Kendisini gezdiren dostu ile birlikte sarayı dolaşırlar. Hırka-i Dairesi'ne yaklaştıklarında Şâir'in kulağına bir Kur'ân sesi gelir.

ALLÂHU YERHAMU SULTAN CEM

Rivâyet olunur ki, Şehzâde Cem’in bütün felâket ve gurbet günlerinde kendisine arkadaşlık eden, derdini anlamasa bile dinleyen bir tûtîsi (papağanı) var idi. Kimin öğrettiği belli değildir; ama Cem’in üzüldüğü her vakitte bu tûtî dile gelip, “Allah(u) yansur(u) Sultan Cem!” diye seslenir onu tesellî edermiş. Bilindiği gibi bu, “Allah Sultan Cem’e yardım etsin!” demektir.

Doğrusu Cem Sultan’ın Avrupa’da geçen ömrü içinde bu papağanın her gün birkaç kez bu duâyı tekrarlamış olması lâzımdır. Çünkü Cem’in gurbetlik ömrü baştan başa bu duâya muhtaç kederler içinde geçmiştir.

MUHTEŞEM SÜLEYMANİYE


Kanuni Sultan Süleyman'ın Mimar Sinan'a yedi senede yaptırdığı bu şaheser, Türk mimarisinin yükseliş devrinin sembolüdür.

İstanbul'un meşhur yedi tepesin den biri üzerine kurulmuştur. Temeline ilk harcı Şey hul - İslâm Ebussuud Efendi koymuştur. Sinan'ın kalfalık dönemi eseridir. Ancak sanat, mana ve incelik bakımından Ayasofya'dan üstün tutulur. İçerisinde 10 bin kişi ibadet edebilmektedir.

Camiin 1557'de yapılan açılış merasiminde Kanuni Süleyman, altın anahtarı Mimar Sinan'a uzatarak «Bina eylediğin bu beytullahı, sıdk u safâ ve duâ ile senin açıman evlâdır.» demiş, böylece bu şerefi büyük mimara vermişti.

İSYANLAR VE TEVBELER

İnsanlar iki türlü hata potansiyeline sahiptir: ferdî ve ictimâî. Ferdî hatalar, şahsî musibetleri, ictimâi hatalar ise ictimâî buhranları dâvet eder. Yani insan, şahsî hataları için tek başına tevbe etmeye muhtaç iken, ictimâî hatalar olan vurdumduymazlık, nemelazımcılık, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, yahut her koyun kendi bacağından asılır ve benzeri için topyekûn istiğfara ihtiyaç duyar. Bu da her hâlükârda Müslümanların, Allah yolunda hizmette olmalarını iltizam eder.

Şahsî günahlardan kurtulup iyi bir insan olabilmek için, önce kötülüğü terketmek gerekir. Tevbenin de üç şartından biri, işlediği kötülüğü tamamen bırakmaktır. Sultan Divanî bu hususu bir mısraında şöyle dile getirir:

"Hakkı bulmaz bâtılı terketmeyen insan,"

ADINI SÜLEYMAN KOYDUM


İleride Avrupa krallarının, atının üzengisini öpmek için sıraya geçecekleri büyük bir devlet adamı olacak olan Kanuni'nin 27 Nisan 1495 günü doğum haberi, Yavuz Sultan Selim'e ulaştırıldığında, huşû içinde Kur'ân okumakta olan baba Yavuz'un, okumakta olduğu . Kur'ân-ı Kerim'den başını kaldırarak: "Adını Süleyman koydum" deyip Kur'ân okumaya devam ettiğini...

Ve o anda okuduğu âyetin mealinin, "O muhakkak ki Süleyman'dandır ve o (mektubun ilk satırı) Bismillâhirrahmânirrahîm'dir." (S. Neml. 30) olduğunu...

7 Eylül 1566'da Zigetvar'da vefat ettiğini ve kabrinin Süleymaniye Camii yanındaki türbede bulunduğunu...

OSMANLİ ASKERİNİN KIYAFETİ YETER

Almanya'nın Mülheim kasabasının kıyısında Ren nehri akar. Bu nehrin öbür yakasında İse Fransızlar'ın Neuenburg kasabası vardır. Fransızlar her sene nehrin Almanlar'ın elindeki kısmına geçer, ne var ne yok mahsulün tamamını da toplayıp götürürler Almanlar buna ses çıkaramazlar. Bu her sene böyle olunca çaresiz kalırlar... Son çıkış yolunu, Osmanlı Sultanı' na yazıp imdat istemekte bulurlar. Osmanlı'nın başşehri İstanbul'a gönderdikleri mektupta şöyle demekteler:

"Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü elimizden alıyor. Siz ki dünyaya adalet dağıtan İmparatorluğun halifesisiniz. Bizi bu zulümden kurtarın. Asker gönderin, mahsulümüzü bu sene olsun toplama imkânı sağlayın."

YAVUZ'UN SULTANLIĞI NASIL KALKTI !

Almanlar'ın Goben ve Breslau kruvazörlerinin Çanakkale Boğazı'ndan içeri girerek Osmanlı Deyleti'nin karasularına sığınmaları, Osmanlı peyleti'nin Birinci Dünya Harbi'ne girmesini kesinleştirmişti. Bu iki gemi beş milyon Osmanlı altınına satın alındı, isimleri 'Yavuz Sultan Selim' ve 'Midilli' olarak değiştirildi. Lâkin Cumhuriyet sonrasında "Sultan Selim" kısmı, tipik bir Osmanlı düşmanlığına kurban giderek bir anda kaldırılıverdi.

Meşhur Türk dostu Fransız yazar Cladue Farrere, bu mevzudaki şaşkınlığını şöyle belirtiyordu: "Günümüzün Cumhuriyetçi Türkleri, kendilerini Bayezid in torunları değil de Cengiz'in torunlan sayıyorlar." (Türkler'in Mânevî Gücü, sn. 198)