Hürrem | Konular | Kitaplar

İnsanlık Kendisine Bir Osmanlı Bulacaktır

“İnsanlığın son adası” dediğiniz Osmanlı, 1847 yılında İrlanda’ya İngiltere’nin muhalefetine rağmen yardım gönderiyor. Bu insanlığın günümüz dünyasında yeşermesi mümkün mü? Osmanlı’nın çöküşünü de bu çerçevede değerlendirebilir miyiz? Yoksa Osmanlı para ve menfaat ilişkilerinin esas alındığı bir dünyadan “artık oyunun tadı kalmadı” diyerek çekilen bir ihtiyar mı?
Bunu Anka’nın Yükseliş ve Düşüşü adlı kitabında Oral Sander de söylüyor. Anka kuşu gibi, Birinci Dünya Savaşı’nda, yeniden bir daha doğmak için intihar etti, kendisini ateşlerin içine fırlattı diyor Osmanlı Devleti için. Gerçekten de kendini insanlığın temel değerlerini, haysiyetini, şerefini, prensiplerini koruma ve adaleti tesis idealine kilitlemiş bulunan Osmanlı ruhu, bu değerlerin hiçe sayıldığı, insanlığın haysiyetinin ayaklar altına alındığı bir dönemde buna engel olamadan kendini yaşamış sayabilir miydi? Böyle bir fosilce yaşayışa razı olabilir miydi? Kendisini ‘mazlumların koruyucusu’ olarak gören bir misyon devleti, bu misyonu yitirdikten veya uygulayamadıktan sonra var olmanın bir anlamı olduğuna hala inanabilir miydi? (Burada tek tek devlet adamlarının uygulamalarını değil, Osmanlı kimliğinin tezahür ettiği anlam kuşağını vurguluyorum.)
Bosna’da bir söz vardır: Devlet zamanı. Yaşlı Boşnaklar, kendi aralarında konuşurken, “Devlet zamanında şunlar vardı” derler. Bu aslında kendini Osmanlı hissetmiş olan hemen bütün topraklar için geçerli bir arke-devlet hatırasıdır. Babamın bir yengesi vardı, Hamide Nine (Allah rahmet eylesin). Hep Sultan Hamid zamanındaki bolluk ve bereketten, ekmek fiyatlarının ucuzluğundan söz ederdi. Hamide Nine için devlet, Abdülhamid dönemi demekti. Galiba bazı tarihçiler ona son padişah derken bunu kastediyorlar. Abdülhamid’den sonra dediğiniz gibi oyunun tadı kalmadı. Tek kale maça döndü. Ama bu tek kale, hep bizim kalemiz oldu.
Yalnız benim yakınlarda ölen bir filozoftan (J. Derrida) mülhem olarak Osmanlılık prensibi üzerine bir yorumum var. Haksızlıkların, zulmün ve insanın haysiyetini çiğnemenin bu derece olağanlaştığı bir yüzyıl, Osmanlılık yoksa bile onu icat etmek zorunda kalacaktır. Zalime zalim olduğunu haykıracak, kurda kurt olduğunu hatırlatacak ama kendisi kurt olmayan bir modelin inşasının en güçlü adaylarından birisidir Osmanlı. Bu Osmanlıyı biz icad edemezsek, merak etmeyelim, insanlık kendisine bir Osmanlı bulacaktır.
Bir kere yaşanan bir daha neden yaşanmasın ki? Zaten tarih de bizi geleceğe iten bir tsunami olmayacaksa bırakalım mahzenlerin içinde gizli kalsın. Ben bir “Osmanlı tsunamisi”ni tetiklemeye çalışıyorum. Daha doğrusu bu tsunaminin gelmekte olduğunu haber vermek istiyorum. Gözü açık olanlara elbette… Bakın, diyorum, Osmanlı tsunamisi geliyor, dikkatli bakın!