Hürrem | Konular | Kitaplar

Mihrimâh Sultan nihayet özgürlüğüne kavuşuyor

Mihrimâh Sultan; Cihan Padişahı Kânûnî Sultan Süleyman'ın Hürrem'e olan dillere destan aşkının meyvesi...(1522-1578) Gece ile gündüzün birbirine eşitlendiği günün müjdesi... Topkapı Sarayı'na doğan güneş ve ay parçası... Mihrimâh Sultan; 17'sinde, ismiyle müsemma...

Gün geliyor, kader bu sefer de ağlarını Mihrimâh Sultan için örüyor. Kehle-i ikbal (ikbal biti) sayesinde, Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa'ya zevce oluyor. Hürrem'in entrikaları, Rüstem Paşa'nın saltanatı dilden dile dolaşıyor. Kalabalıklar içinde yalnızlık ızdırabı çeken Mihrimâh Sultan kendini hayırhahlığa vuruyor. Koca Sinan'ı huzura çağırtıp, payitahtın güzel bir yerine kendi adına külliye yapmasını istiyor. Sultan baba ferman çıkartıyor, kazmalar Üsküdar sahilinde aşkın sanata dönüşeceği bir şaheser için vuruluyor. Mihrimâh'ın temelleri yükselip, kubbe tamama erdiğinde; ortaya "eteklerini giyinmiş nazlı bir gelin" silueti çıkıyor.(1540-1548)

Vakıf Medeniyeti'mizin altın çağlarını yaşadığı bir dönemde Mihrimâh Sultan, Harun Reşid'in hanımı Zübeyde'nin Arafat'a getirttiği su yollarının bozulduğunu duyuyor. Hacıların çektiği su sıkıntısını gidermek için, sahibi bulunduğu bütün mal varlığını bu uğurda vakfediyor. Bu işe memur edilen Mimar Sinan, "Ayn-ı Zübeyde" adıyla anılan su yollarını tamir ediyor, hacılar Arafat'a tekrar bol suya kavuşuyor. (Arafat'tan, Müzdelife'ye giderken göze çarpan bu su kanalları için hâlâ Mihrimah Sultan'a dualar ediliyor.)

Aradan 14 yıl geçiyor... Koca Sinan bir kez daha huzura çağrılıyor; bir külliye daha yapması isteniyor. Sinan'ın ilahî aşka dönüşen sanatını resmedeceği şaheser, payitahtın en yüksek tepesinde yükselmeye başlıyor. "Aşk ferman dinlemezmiş" misali, ilk kez padişahın fermanı olmaksızın semaya doğru yivlenen eserde; kubbenin üzerindeki 161 pencereden sızan hâlelerle Mihrimâh Sultan'ın iç güzelliği, minarenin tekliğiyle ise; yalnızlığı tasvir ediliyor. (1562-1565)

Mimar Sinan, Üsküdar ve Edirnekapı Mihrimâh Sultan Camii'lerini öyle sihirli bir tılsımla mühürlüyor ki, o gün bugündür hâla bu sır çözülemiyor.

Koca Sinan'ın "Dünya Mimarlarının Reisi" olduğunu gözlerinizle görüp, ruhunuzla hissetmek istiyorsanız; 21 Mart günü Üsküdar ve Edirnekapı'daki bu iki camiyi aynı anda görebileceğiniz bir terasa atıverin kendinizi. Sonra Edirnekapı'daki caminin minaresinin üzerinden gurup eden güneşle, Üsküdar'daki caminin arkasındaki ayın doğuşunu seyr-ü sefa eyleyin.

Gördüğünüz manzara size Mihrimâh Sultan'ın doğumunu (21 Mart), Mihrimâh (mihr= güneş, mâh= ay) isminin tezahürünü, akıllara zarar astronomi ve matematik hesaplarıyla zihinleri altüst eden Sinan'ın sanatını ilahi aşka dönüştürüşünü belgeler. Divan şairi Bâki ile arkadaşlık yapan birinden başka ne beklenebilirdi ki zaten...

Durup dururken "geçmişe bir yolculuk" yaparak neden satırlara döktük bu tarihe mal olmuş olayları?.. "İmdat" diye bağıran tarihi eserlerimizin ev sahiplerinin "geçici hafıza kaybı"ndan kurtulmalarını ve değerlerinin farkına varmalarını bir kez daha hatırlatmak için.

Edirnekapı Mihrimâh Sultan Camii âdeta nirengi taşımdır benim. Hangi yöne gidersem gideyim, yolum hep ona çıkar. "Üç Mâbedin Gözyaşları"ndan bahsederken de, "Yedi Tepenin Kandilleri" arasında koşuştururken de...

Kaleme her dem yaz dediğimde bu muhteşem abideyi; Sinan gibi kalbim ritimsiz çarpmaya başlar, ellerim titrer... İnancımın kadim mekânı sarsar beni, her şeyi yıkan bir deprem gibi...

1714'te sarsılan, 1894'te yıpranan, fakat her sarsıntı sonrası el atılıp tekrar tekrar alınlar secdeye değsin diye ayağa kaldırılan Mihrimâh sükût ediyor artık.

17 Ağustos 1999 Marmara Depremi ne çok şeyimizi aldı götürdü, yetmedi 450 yılın yorgunu Mihrimâh'ı dizlerinin üzerine çökertti. İnsanın ruhunu çarpan kubbeden güzellikler toz ve duman halinde aktı, ilmiklerinde hâlâ parmak izleri saklı halılara... 7 tepeli İstanbul'un bir kandili daha söndü...

Sonra bir bir yükselmeye başladı demirden iskeleler... Hiç inmeyecekmiş gibi, uzun süre inmedi de... Restorasyon deyince aklıma hep hûhûlarla ritim tutan çekiç sesleri gelirdi... Gece olunca ayaklar çekilirdi, tâ sabaha kadar... Fakat Mihrimâh'ın yıllar yılı sabahı hiç olmadı... Bembeyaz mermerden merdivenleri tozlandı... Şadırvanlarından akan suları kesildi... Abdest için kollarını sıvayan nûr yüzlü misafirleri birden bire kayboldu... Müminlerin ayak izleriyle şeref bulan iç avlusu sessizliğe büründü... Kubbesinden içine işleyen karlı-yağmurlu soğuklarla başbaşa kaldı... Seccadeleri hep "Ancak Sana ibadet eder ve yalnız Senden yardım dileriz"e teslim olmuş alınları bekledi...

Bütün bunlar oluyorken ve caddeden geçen kalabalıklar yapayalnız mabedi görmüyorken, ajanslara "tarihine sahip çıkmayanlar utansın" diye bir satır dahi düşmüyorken; 21 Aralık 2005 tarih ve 12752 sayılı karar ile "ibadete kapalıdır" yaftası Mihrimâh'ın boynuna asıldı... Tıpkı idam fermanı gibi... Cemaat camisizliği, yetkililerin ilgisizliği yılları önüne katıp götürdü... Ne gelir-geçer olaylara üzüldük; ciğeri beş para etmez... Fakat "imdat" diye bağıran, yalnızlıktan kahrolup her gün bir tarafı yok olan ulu mâbede şöyle bir göz ucuyla bakmadık; uyuz bir köpeğin surlara doğru kovaladığı kediye baktığımız kadar. Minarenin ezansızlığına kulak kesilmedik; Sulukule çengilerinin meyhane musikisi eşliğinde raksetmelerine merak saldığımız kadar.

Bir defasında "Mihrimâh Sultan, demir kelepçelere mahkum" diyecek olduk... Devletlilerden "azar" işittik. Pusmadık-susmadık, fakat neye yarar ki... Bir türlü bitmek bilmeyen restorasyon her gün biraz daha zayıflattı Mihrimâh Sultanı... Camiyi güçlendirmek için ihaleyi kapan müteahhitler, caminin durumunu değil de, kendi durumlarını düzeltip sırra kadem bastılar... Hem de bir değil, iki değil... Koca Sinan'ın 3 yılda tamamladığı külliyenin sadece cami kısmını 10 yılda tamir edemiyorsak; utanmalıyız sadece!..

İstanbul'u Avrupa Kültür Başkenti ilan eden birileri nihayet utandı galiba!.. Belki de, her sabah cemaatsiz camiye akın eden turistlerin Mihrimâh Sultan sevgisinden!..

Ve bir sabah çekiçler minareyi söküp aldı, Mihrimâh'ın bağrından... Tam "minareyi çalan kılıfını hazırlar" diye düşünürken, taşlar taş üstüne konuldu, ak minare yivlenip gökyüzüne tekrar uzandı. Çalışmalar esnasında bir sır daha şehir efsanesi gibi kulaktan kulağa dolaşmaya başladı. Sinan'ın, yeraltı sularından olumsuz etkilenmemesi için yaptırdığı kuyuların kapatılması sonucu, caminin yıkılma tehlikesine maruz bırakıldığı tespit edildi. Kapatılan kuyuların yerine 97 adet kuyu kazılarak zemin stabil hale getirildi. Mihrimâh Sultan, "demir kelepçeler"den kurtarıldı.

Fakat külliye üzerindeki pejmürde yapılar hâlâ Mihrimâh'ın güzelliğini perdeliyor, hâlâ Koca Sinan'ın ustalığına halel getiriyor.

Fakat bugün, dalından kopup hazana teslim olan yaprakları, aymazlıklara kafa tutanları, hûhûlarla beslenen nefis ve nefesleri sevindirecek bir gün. Mihrimâh Sultan'ın ölüm uykusundan uyanış günü... Kapılarını ardına kadar açıp yıllardır özlemini çektiği cemaatiyle Cuma vaktinde kucaklaşma günü...

Ve nihayet, hele şükür ki, Edirnekapı sırtlarındaki Mihrimâh Sultan Camii'nden yayılan ezanlar tekrar duyulmaya başlıyor. Ve hasret gözyaşları döken Süleymaniye Camii, müminleri kucaklaştırmak için beklemekte bayram sabahını...

Emeği geçen herkese şükran duygularımla...


Konular